Dünya bir film sahnesi gibi… Acılar, zulümler ve adaletsizlikler her yerde. Ancak, gözümüzün önündeki büyük fotoğrafı görmemizi engelleyen bir düzen var. Ufkumuzu dar kalıplara sıkıştırıyor, bizi kendi çizdikleri sınırlı yollar boyunca yürümeye zorluyorlar. Biz de çoğu zaman onların istediği istikamete doğru sürükleniyoruz. Ama gerçek şu ki zulüm sadece Gazze’de değil; Doğu Türkistan’da, Arakan’da, Suriye’de ve dünyanın daha pek çok yerinde mazlumların çığlıkları yankılanıyor.
Tüm bu haksızlıkların ortasında insanlar bir kurtarıcı aradı ve gözlerini Türkiye’ye çevirdi. Onun duruşu, dünya siyasetinde adaletin sesi oldu. Filistin’deki katliamlarda, Esad rejiminin işkencelerinde, Arakan’lı mültecilerin gözyaşlarında, mazlumların umutları Erdoğan’da buluştu. Ancak bu duruşu göremeyenler, eleştirilerini ona yöneltti, hatta kimi zaman zulmün faturasını bile ona kesmeye çalıştı. Oysa Erdoğan, doğru bildiği yolda ilerlerken oy kaybını bile göze alarak adaletin yanında yer aldı. Bu, liderlik cesaretinin ve insani değerlerin siyasetle nasıl buluşabileceğinin en açık göstergesiydi.
“Suriye’de Ne İşimiz Var?”
Suriye meselesi, Türkiye’nin bu duruşuna yönelik yanlış anlamaların başında geliyor. “Suriye’de ne işimiz var?” sorusu, aslında Türkiye’nin insani ve stratejik sorumluluklarının görmezden gelinmesiydi. Türkiye, sınır güvenliğini sağlamak, milyonlarca Suriyeliye güvenli bir gelecek sunmak için oradaydı. Türkiye önce kendi güvenliği için Suriye’de varlık gösterdi. Suriye’nin kuzeyinde terör koridoru kurulmasın, gün gelip bizden toprak çalmaya kalkmasınlar diye.
Uzun yıllar boyunca süren iç savaşın ardından, Türkiye’nin oluşturduğu güvenli bölgeler sayesinde yüz binlerce Suriyeli ülkelerine gönüllü olarak dönmeye başladı. Bugün Türkiye’ye minnettarlıklarını dile getirerek dönen bu insanlar, yalnızca güvenlik değil, aynı zamanda insani bir duruşla tanıştılar.
Erdoğan’ın liderliği, sadece Türkiye için değil, bölge için de tarihi bir rol üstlendi. Suriyeli mültecilerin ülkelerine dönerken söyledikleri şu sözler bu durumu özetliyor: “Türkiye ve Erdoğan bize hem güven hem de umut verdi.” Bu tablo, Türkiye’nin sadece bir güç değil, aynı zamanda bir umut olduğunu gösteriyor.
Nefretin ve İstismarın Siyaseti
Sığınmacılar üzerinden yıllardır nefret dili üreten ve siyaseti bu zemine oturtanlar için ise yeni bir dönem başladı. Suriye’de rejimin yıkılması ve mültecilerin gönüllü olarak ülkelerine dönmeye başlaması, onların hesaplarını altüst etti. Bugün bu kesimler, yaptıkları siyasi yatırımın boşa gitmesine üzülüyorlar. İnsanlık dramlarını, oy toplama malzemesi yapanların tarih önünde nasıl bir yer edinecekleri ise şimdiden belli: unutulmuşluk ve vicdan sorgusu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediği bir cümle bu noktada çok anlamlı: “Türkiye, zor bir dönemde zor bir imtihanı alnının akıyla vermeyi başarmıştır.” Bu, bir liderin insani değerleri, siyasi çıkarların üzerine koymasının açık bir ifadesidir.
Zulüm yalnızca Gazze’de, Doğu Türkistan’da ya da Arakan’da değil. Bugün dünyanın dört bir yanında mazlumlar, kendilerini savunan bir sese ihtiyaç duyuyor. Türkiye, yalnızca mazlumların değil, insanlığın da umudu haline geldi.
Bize dayatılan dar çerçevelerden çıkıp büyük resmi görmeliyiz. Bugün Türkiye, mazlumların yanında yer alarak tarih yazıyor. Adaletin savunucusu olmak, yalnızca söylemde değil, eylemde de cesaret ister. Erdoğan, bu cesareti gösterdi ve mazlumların duasında, insanlığın vicdanında bir yer edindi.
Unutmayalım ki zulüm dünyanın her yerinde olabilir. Ama zulmü bitirecek olan, adalet için savaşan bir irade ve bu iradeye sahip çıkan bir millet olacaktır. Türkiye, tarihin doğru tarafında duruyor. Ve bu duruşundan asla vazgeçmeyecek.
YORUMLAR