Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı siyasi ve ekonomik dalgalanmalar, sıradan birer krizden çok daha fazlasını ifade ediyor. Fiyat artışları gibi sıkıntılar üzerinden şekillenen bu süreçler, derinlemesine incelendiğinde küresel ve bölgesel aktörlerin içerideki işbirlikçileri ile Türkiye üzerindeki hesaplarını gün yüzüne çıkarıyor. 21 yıldır girdiği her seçimde zaferle çıkan Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti’nin son yerel seçimlerde aldığı mesaj, sadece sandık sonuçlarına yansıyan bir sonuç değil; aynı zamanda bir uyarı niteliğindeydi.
Bu süreçte “küskünler” dediğimiz bir kesimin tepkisini göz ardı etmek mümkün değil. Ancak mesele sadece ekonomik sıkıntılar veya zamlar değil; Türkiye’nin kendi ayakları üzerinde durma çabası ve bu çabayı baltalamak isteyen güçlere karşı alınan tedbirlerdir.
Bir dost meclisinde bir küsküne sordum: “Suriye’deki gelişmeler yüreğine su serpti mi?” Cevabı netti: “Evet! Gazze için de umutlarım yeşerdi.” Bu cevabın derininde Türkiye’nin bölgesel sorunlara yaklaşımına dair bir güven ve ferahlama vardı. Suriye’deki gelişmeler, Erdoğan’ı mazlumların umudu olarak gören küskünlere umut aşısı oldu. Ancak ardından sorduğu “Peki Reis neden fiyat artışlarına müdahale etmiyor?” sorusu küskünlerin bütünün tepkisini içeriyordu.
Plan belliydi: Fahiş fiyat artışlarıyla toplumun sabrı sınanacak, Erdoğan’ın sert müdahaleler yapması beklenerek piyasa mekanizmaları çökertilecekti. Onların planlarına göre Reis bunlara ağır cezalar ve marketlerine kapatma kararı verecekti. Bunun sonucunda plan devreye girecek, stokları malları piyasaya sürmeyerek, piyasada ürün kıtlığı oluşturacaklardı. Malların piyasadan çekilmesi, karaborsanın hortlaması, halk arasında panik ve kargaşa yaratılması, Arjantin’deki gibi yağma görüntülerinin tüm dünyaya servis edilmesi planlanıyordu. Türk lirası bir anda %400 değer kaybedecek, döviz kurları da bu oranda artacaktı. Bu durumu bahane eden bankalar da faizleri yüzde binlere çıkaracaktı. Banklar işlemleri durduracak, çeteler sokaklara inecek, Kılıçdaroğlu’nun, Avrupa’da yaptığı açıklamalar da olduğu gibi “Türkiye’de can ve mal güvenliği yok” diyerek dış yatırımcıları ürküterek, Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığına darbe vuracaklardı. Amaç, Türkiye’yi itibarsızlaştırmak ve iç savaş senaryolarını devreye sokmaktı. Bunlar belki de ikinci 12 Eylül ve iç savaş planlarıydı. Emin olun; birilere bunlara gereken cesareti ve maddi desteği sağlayacaktı.
Ancak Recep Tayyip Erdoğan bu büyük oyunu gördü ve tedbirini aldı. Sert müdahaleler yerine devletin kendi tedarik zincirlerini oluşturmasına odaklandı.
Türkiye’nin Afrika’da başlattığı tarım projeleri, ülke içinde hızla inşa edilen dev soğuk hava depoları ve yeni üretim zincirleri bu büyük planın en somut adımlarıdır. Sabırla yürütülen bu strateji sayesinde ekonomide dışa bağımlılık azalacak, Türkiye’nin ekonomisi dışarıdan yapılacak müdahalelere daha dayanıklı hale gelecek.
Bu süreçte bize düşen görev, sabırlı olmak ve oyunu anlamaktır. Çünkü bu sadece ekonomik bir kriz değil, Türkiye’nin bağımsızlığına ve istikrarına yönelik büyük bir saldırıdır. Reis’in kaybetmesini isteyenler bu uğurda milleti bedbaht etmekten çekinmiyorlar.
Recep Tayyip Erdoğan’ın planlarının arkasında Allah’ın planlarının olduğunu unutmayalım.
Evet, hesap günü yaklaşıyor. Millet olarak sabır ve dirayetle bu süreci de aşacağımızdan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Bugün yaşananlar bir sınavsa, bu sınavın galibi milletimiz olacaktır.
YORUMLAR