1986 yılı Temmuz ayında üniversiteden taptaze umutlarla mezun olduğumda elimde kapı gibi mühendislik diplomam vardı. Kendimle gurur duyuyordum. Eğitimle geçen 16 yılın sonunda, her türlü zorluğa rağmen başarmış, mühendis olmuştum. Artık bir işe yerleşecek ve aldığım eğitim doğrultusunda ülkeme hizmet edecek, kendime de istediğim standartlarda bir hayat kuracaktım.

Memlekete döndüğümde ilk iş olarak askerlik kararımı aldırdım. İstedim ki, önümde hiçbir engel kalmasın. 1989’un Ocak ayında askerliğimi bitirdim. Bir ay kadar dinlendim ve daha sonra iş aramaya başladım. Bir gün gazetede gördüğüm ilan üzerine İzmir’e iş görüşmesine gittim. Görüşme başarılı geçmiş, işe alınmıştım.

Yaklaşık iki yıl bir kağıt fabrikasında önce vardiya amiri, daha sonra işletme şefi olarak çalıştım. Finans sorunları yüzünden iki yıl sonra fabrika kapandı. Patron beni çağırdı ve bana maaşımı ödemeye devam edeceğini, işi toparladığında fabrikayı tekrar üretime geçireceğini söyledi. Ben, her gün İzmir merkezdeki iş hanına gidiyor patronun bürosunda yardımcı oluyordum. Bir yıl sonra işler düzelmeyince, daha fazla çalışmadan maaş alamayacağımı belirterek işten tamamen ayrıldım.

İş aramaya başladım. Seyrekte olsa görüşmeler yaptım. Tam kabul edilecekken başkalarının devreye girdiği durumlar oldu. Ama benim inancımı yıkan iki görüşme oldu.

Birisi; Çaycuma kağıt fabrikasında alınacak bir mühendis için yapılan sınav. Yanlış hatırlamıyorsam 5 kişiydik. Önce birer boş kağıt verdiler ve özgeçmişimizi yazmamızı istediler. Herkes yazdı. Bu yazılı sınavmış. Daha sonra mülakata alındık. Bana; “Korkma; sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak.” Dizesiyle başlayan şiirin şairi kimdir diye sordular. Sonra çıkabilirsin dediler. İşe alınmadığım bildirildi beş dakika sonra. Yıkılmıştım. Sonra öğrendim ki; bir kadın arkadaşımızı alacaklarmış. Anlayacağınız biz figüranlık yapmışız.

İkincisi; Manisa organize sanayide bir Yonga Levha fabrikasında, yaptığım iş görüşmesinde  “Siyasi torpiliniz var mı?” diye sorulması. Orada görüşme yaptığım yetkiliye sizde mi dediğimi hatırlıyorum.

Yaşadıklarımdan sonra iş aramayı tamamen bıraktım. Ailemin tüm baskılarına rağmen hiçbir iş görüşmesine gitmedim. Zaten çoğundan da haberim olmadı. Sındırgı Orman İşletmesinde işçi statüsünde çalışmaya başladım. Kendi memleketimde bile dedemin, babamın siyasi görüşleri yüzünden işten çıkarmaya çalıştılar. Baskılar yaptılar.

Mezun olduktan 10 yıl sonra ülkede yaşanan öğretmen açığı yüzünden üniversite mezunlarını öğretmen kadrosuna alma durumu olunca, başvurdum. Allaha şükür kimseye minnet borcum olmadan öğretmen olarak 20 yıl hizmet ettim.

Bunları ne için mi anlattım. Bu günlerde ülke gündeminde sıklıkla haberlere konu olan belediyelerdeki işçi ve memur alımları yüzünden. Oğlunu, kızını, eşini, akrabalarını işe alan belediye başkanları, işe alınmasına aracılık eden milletvekilleri, bürokratlar; siyaset yapma amaçlarınızdan biri bu torpilleri yapabilmek, anlıyorum. Ama size hakkımı helal etmiyorum. Sizi Allah’a havale ediyorum. Orada işiniz çok zor.

Ancak asıl sorun sistemde. Bu siyasi yapı ve seçim sistemi olduğu sürece siyasi partiler zenginler ve çıkarcıların elinden kurtulamayacaktır. Bu çarpık yapı da; adaletsizliği ve eşitsizliği körükleyecektir. Halk tabanına dayanmayan hiçbir partide bu sorunları çözemeyecektir, nokta!  Sağlıcakla kalın…