Din, kültür ve medeniyetlerin insan tasavvuru, insan tasarımı ve ürettikleri insan modeli; onların temel karakterlerini yansıtır. İslam medeniyeti, insana insan olduğu için kıymet vermekte, varlığın özü ve varlıkların en üstünü olarak insanı görmektedir. Bu medeniyetin temel direklerinden biri şudur: “Allah sizin ne biçimlerinize ne de bedenlerinize bakar fakat o sizin  kalplerinize bakar.” (Müslim, Birr, 45) Bunun için İslam, insanın bedeninden çok kalbinin önemsendiği bir gönül dinidir.

Allah Rasûlü (s.a.v) toplumun tüm fertlerine bu pencereden bakmış ve onlarla bu prensip doğrultusunda ilişki kurmuştur. Onun engelli bazı sahabelerle olan ilişkilerinden birkaç örnek vermek istiyorum: Âmâ bir sahabe olan Itban b. Malik Allah Rasûlü (s.a.v)’e gelerek “Ey Allah’ın Rasûlü! Benim gözlerim iyi görmüyor. Evimle kabilem arasındaki nehir, yağmur yağdığında taşıyor ve geçmem zor oluyor. Evime gelir bir yerinde namaz kılarsan orayı mescit edineceğim’ der. Bunun üzerine Allah Rasûlü, onun evine gidip orada namaz kılacağına söz verir ve ertesi sabah güneş doğup yükseldikten sonra beraberinde Hz. Ebû Bekir ile Itban’ın evine gider. Eve girdiğinde ‘Evinin neresinde namaz kılmamı istersin?’ buyurur. O da Allah Rasûlü (sav)’nün namaz kılmasını istediği yeri gösterir. Rasûlullah namaza durur, arkasındakiler de ona uyarak namaz kılarlar.”

Engelliler Hz. Peygamber’in yanında sadece merhametin ve yardımın nesnesi olarak görülmemişler, bilakis kabiliyetlerine göre bilgi, irfan ve güven timsali olarak telakki edilmişlerdir. Allah Rasûlü (s.a.v)’in önemli görevler verdiği engelli sahabelerden birisi de Muaz b. Cebel’dir. O, ayağı aksayan Muaz b. Cebel’i Yemen’e vali olarak göndermiştir.

Hz.Muhammed , engellilere yapılacak her türlü yardımın ibadet olduğunu özellikle vurgulamış, bir gün varlıklı Müslümanların namaz, oruç ve hac gibi ibadetlerin yanı sıra sadaka vererek de sevaba erdiklerini söyleyen ancak kendilerinin buna imkân bulamadıklarından yakınan Ebû Zer’e sadakanın birçok çeşidinin bulunduğunu belirterek şöyle buyurmuştur: “Âmâya veya yol sorana yol göstermen, sadakadır. Güçsüz birine yardım etmen, sadakadır. Konuşmakta güçlük çekenin meramını ifade edivermen sadakadır.”  buyurmuştur.

Hz. Peygamber, engelli sahabelerin ibadete devam etmelerini istemiş, onları çok önemli vazifelerde görevlendirmiş, savaşlara katılmalarına dahi izin vermiştir. Böylece o, engellilerin toplumdan tecrit edilmesine asla müsaade etmemiş, liyakatlerine göre topluma hizmet etmelerine imkan ve fırsat vererek onların topluma fayda sağlamasını temin etmiştir. Hz. Peygamber bütün ömrünü insanın onur, haysiyet, hürriyet ve saygınlığını kazandırmaya adamış, ortopedik engelli Muaz’ı Yemen’e vali, Ümmü Mektum gibi âmâ birini Medine’de kendi yerine vekil tayin etmiş, bütün bu tasarruflarında bilgi, yetenek, akıl ve beceriyi esas almıştır.

Bizler için her yönüyle “üsve-i hasene” (Ahzab, 33/21) ideal bir model olan Hz. Peygamber’in, engellilerle birkaç örnekle işaret edilen hikmetli ilişkisi bizim de onlarla olan ilişkilerimize ışık tutmalıdır. Çünkü Allah Rasûlü (sav) bedenlerdeki hastalıkları, sakatlıkları değil kalplerdeki hastalıkları tedavi etmek için gönderilmiştir. O, fiziken sağlam ancak hakikat karşısında kör, sağır ve dilsizleri tedavi için çaba sarf etmiştir. Çünkü O’na göre gerçek engel, hakikati idrakten yoksun olmaktır.