Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Antalya’da düzenlenen ve 3 gün süren 43. İl Müftüleri İstişare Toplantısı’nın ardından sonuç bildirgesi yayımlandı.

Başta ‘Kudüs ve Filistin’de Yaşanan İşgal ve Gazze’de Uygulanan Soykırım’ olmak üzere, ‘Afet ve Olağanüstü Süreçlerde Diyanet Hizmetleri’ ve ‘İnsanlığın İçinden Geçtiği Dini, Hukuki ve Ahlaki Süreç’ gibi konuların ele alındığı bildirilen toplantı sonunda yayımlanan 10 maddelik sonuç bildirgesinin ilk altı maddesi Kudüs, Filistin ve Siyonistlerin Gazze’de işlediği cinayetlere ve soykırıma duyarsız kalmanın, zalimlere doğrudan ya da dolaylı destek olmanın büyük bir vebal ve affedilemez bir insanlık suçu olduğuna dair uyarıları ihtiva etmektedir.

Bu yazımda sizlere bu maddeleri aynen aktarmak, ardından da kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum.

1. Bugün dünyamız, sosyal, kültürel, siyasi, iktisadi ve ahlaki açılardan devasa krizlerin kuşatması altında tarihinin en zor dönemlerinden birini yaşamaktadır. İnsan hayatının, onurunun ve hukukunun hiçe sayıldığı, güçlü olanın zayıf olanı ezdiği, kan donduran görüntülerin yürekleri parçaladığı bir gündemin içerisindeyiz. İnsanlığa huzur, barış ve refah getirme iddiasıyla Batı merkezli ortaya çıkan tüm ideolojiler, politikalar ve uluslararası teşekküller, bu süreçte inandırıcılığını tamamen kaybetmiştir. Batılı ülkelerin bencil, üstenci ve emperyalist bir yaklaşımla uluslararası hukuk, insan hakları ve temel özgürlükler bağlamında sergiledikleri tutarsızlık ve ikiyüzlülük, artık iyice aşikâr olmuştur. Bu durum, insanlığın İslam’ın evrensel değerlerine, hukuk ilkelerine ve üstün ahlak anlayışına muhtaç olduğunu bir kez daha ortaya çıkarmıştır.

2. İçinde bulunduğumuz çağ, dini, hukuki ve ahlaki değerlerin itibarsızlaştırıldığı, yalanın hakikate, kötülüğün iyiliğe öncelendiği bir döneme karşılık gelmektedir. En temel insani kavram, kurum ve değerler, marjinal fikirlerin ve küresel toplum mühendisliğinin etkisiyle alabildiğine örselenmektedir. Anlamın hızla buharlaştığı böyle bir çağda Müslümanların kendi sabitelerine, kavramlarına ve değerlerine çok daha güçlü bir şekilde tutunması elzemdir. Ne var ki son iki asırdır savaş, terör, kan, gözyaşı ve yoksulluğa maruz kalan İslam dünyası, bugün kendi inanç ve medeniyet değerleri zemininde güçlü ve etkin bir duruş geliştirebilmiş değildir. Dolayısıyla İslam’ın hayat veren hakikatlerini ve evrensel mesajlarını insanlığa ulaştırma sorumluluğu yüklenmiş olanların, öncelikle zihinsel, duygusal ve düşünsel parçalanmışlıktan kurtulmaları gerekmektedir. Mevcut durumun farkında ve sorumluluğunun bilincinde bir teşkilat olarak Diyanet İşleri Başkanlığı, yurtiçi ve yurtdışı din hizmetleri, sosyal ve kültürel içerikli faaliyetler ve uluslararası dini ve ilmi toplantılarla tüm Müslümanların tevhit inancı ekseninde vahdet bilincine ulaşması adına çalışmalarını aralıksız sürdürmektedir.

3. Siyonist İsrail, bugün Gazze’de çocuk, kadın, yaşlı, hasta demeden binlerce masum sivili daha önce benzeri görülmemiş yöntemlerle dünyanın gözü önünde hunharca katletmektedir. Hayatta kalanları da gıda, su, elektrik gibi en temel insani ihtiyaçlardan mahrum bırakarak topyekûn ölüme mahkûm etmektedir. İsrail’in Filistin’de uyguladığı bu vahşetin ardında tahrif edilmiş bir din, batıl bir inanç ve sapkın bir ideolojiden beslenen kirli bir siyaset bulunmaktadır. Buna göre Siyonistler, tanrının kendilerine vadettiğine inandıkları ve “arz-ı mev’ud” kavramıyla ifade edilen bir coğrafyayı ele geçirip orada cenneti yaşama hayali kurmaktadırlar. Bu doğrultuda gasp ettikleri Filistin topraklarında 75 yıldır kanla beslenen Siyonistlerin yaptıklarını anlayabilmek ve ona göre bir mücadele geliştirebilmek için söz konusu batıl tasavvurun ve zihinsel sapkınlığın mutlaka hesaba katılması gerekmektedir.

4. Gazze, Kudüs ve Filistin, Müslümanlar için bir iman ve izzet, insanlık için bir ahlak ve vicdan meselesidir. Dolayısıyla Siyonistlerin Gazze’de işlediği cinayetlere ve soykırıma duyarsız kalmak, zalimlere doğrudan ya da dolaylı destek olmak, büyük bir vebal ve affedilemez bir insanlık suçudur. Nitekim yüce dinimiz İslam, zulmün ve zalimin karşısında durmayı, kim olursa olsun mazlumun yanında olmayı, muhtaca el uzatmayı, kötülük ve haksızlıkla en güzel şekilde mücadele etmeyi, ihmal edilemez bir insanlık görevi olarak ortaya koymaktadır. Bu anlayışla Diyanet İşleri Başkanlığı, başta Filistin halkı olmak üzere dünyanın her yerindeki mazlum ve mağdurların iyiliği için tüm imkân ve mensuplarıyla çalışmaya devam etmektedir.

5. Hz. İbrahim’den Hz. İsa’ya kadar pek çok Peygamberin yurdu ve Hz. Muhammed’in (s.a.s.) miraç şehri Kudüs’te bugün tüm Peygamberlerin aziz hatıraları saygısızca çiğnenmektedir. Gazze’de camiler, kiliseler bombalanmakta; dinlerin, kültürlerin ve medeniyetlerin kadim değerleri yerle bir edilmektedir. Barış ve esenlik yurdu Kudüs, zulüm ve vahşetle karanlığa mahkûm edilmektedir. Her türlü insani değere kasteden küresel Siyonist örgütün durdurulması ve insanlığın müşterek geleceğine sahip çıkılması adına kararlı bir mücadelenin hep birlikte sürdürülmesi önem arz etmektedir. Bu bağlamda yaşanan zulüm ve haksızlık karşısında bütün dünyada büyük bir duyarlılıkla Filistin’e destek gösterilerinin yapılması, insanlığın geleceği açısından elbette umut vericidir. İnancı, ırkı, dili, kültürü ne olursa olsun vicdan sahibi olan herkesin, sivil toplum örgütlerinin, akademisyenlerin, aktivistlerin, sanatçıların, siyasetçilerin bu duruşu her platformda desteklemesi, insanlık onurunun bir gereğidir.

6. İslam toplumlarını tehdit eden fitnelerden kurtulmanın yolu, Müslümanlar arasındaki kardeşlik hukuku ve bağlarını en güçlü hale getirmekten geçmektedir. Zira başta Filistin olmak üzere İslam beldelerinin uzun bir süredir hasret kaldığı huzur ikliminin yeniden tesisi, ancak Müslümanların birlik-beraberlik ve dayanışma ruhuyla harekete geçerek güçlü politikalar üretmesiyle mümkün olacaktır. Nebevi miras olan Kudüs davası, Müslümanların bütün farklılıklarını bir kenara bırakarak birlikte hareket etmelerini sağlayacak önemli bir imkandır. Bu yüzden nesillerimizin zihin ve gönül dünyalarını Kur’an ve Sünnet’in rehberliğinde imar ve inşa ederek güçlü bir Kudüs bilinci oluşturulması elzemdir.

Evet, güçlü bir Kudüs bilinci oluşturmak gerekir.                                                                                                                       

Niçin Kudüs bilinci? Çünkü Kudüs; ilk kıblemiz, ikinci haremimiz, üçüncü Mescidimiz olan Mescidi Aksa’nın mekânıdır. Tevhit geleneğinin ortak mukaddesidir. Hz. İbrahim, İshak, Yakup, Yusuf, Musa, İsa, Zekeriya gibi nice Peygamberin vatanıdır. Hz. Meryem’in adandığı topraklardır. Bereketine ayetlerin tanıklık ettiği şehirdir. Miraç ile semaya açılan kapıdır. Hz. Ömer’in ve Selahattin-i Eyyubi’nin fethettikleri beldedir. Dünyada Hak ile batıl mücadelesinin en belirgin yaşandığı yerdir. Kanuni Sultan Süleyman ve Abdülhamid Hanın imarı ile övündüğümüz tarihi mirasımızdır. Bütün inançları dört yüz yıl bir arada adalet ve hoşgörüyle yöneten ecdadımızın emanetidir. İnsaniyetin ve vicdanın aynasıdır. Dünyanın ve hayatın nabzının attığı kadim yurttur. Kudüs; insaniyeti, mücadeleyi, onuru, vefayı, azmi, sebatı ve sabrı tüm dünyaya öğreten bir okuldur.

1917’de Osmanlı Devleti’nin Filistin topraklarını kaybetmesiyle Kudüs işgal edilerek zulüm diyarı haline gelmiştir. Bu işgal, sadece o topraklarla kalmayıp Müslümanların zihinlerinde ve gönüllerinde de tahribat yapmıştır. İslam Dünyası, yıllarca Siyonistlerin uydurduğu asılsız iddialarla Kudüs’e karşı üstlenmesi gereken sorumluluk bilincinden uzaklaşarak Mescid-i Aksa’ya karşı bigâne bir tutum ve tavır sergilemiştir. Bunun sonucu olarak Kudüs kendi kaderine, yalnızlığa terk edilmiştir. Oysa Kudüs bizim tarihi, milli, dini ve kültürel bağlarımızın olduğu, gönül coğrafyamızın en önemli merkezlerindendir. Kudüs; aslımızdan, özümüzden, bizden bir parçadır. Kudüs’ten bize ne diyemeyiz, dememeliyiz.

Kudüs bilinci, zihinlerimizin maruz kaldığı algı yönetimini kırarak Kudüs’e hak ettiği değeri vermektir; Kudüs bilincini inşa etmek ise bilgi, bilinç ve farkındalık ile mümkündür. Bu misyon, Aksa’yı koruma sorumluluğunda tek başına bırakılan Filistinli Müslümanlara destek olmayı gerektirir.

İslam âlemi yıllarca ezgilerinde Aksâ’yı dinledi, düşlerinde Aksâ’yı gördü, meydanlarda “Aksâ bizimdir bizim kalacak!” sloganları attı, ancak Aksâ’yı özgürleştirecek projeler üretmedi, üzerine düşenleri hakkı ile yapmadı. Ta ki Kudüs ziyaretleriyle Aksâ’nın o şanlı murabıtlarından Kudüs’ü sahiplenmenin hem akıl, hem emek, hem de yürek istediğini öğreninceye kadar.

Biliyoruz ve inanıyoruz ki girişimlerimiz ne kadar çok ve büyük olursa olsun, Allah’ın kudreti karşısında çok küçüktür. Rabbimiz bu çabamızı teslimiyet ve ihlasımıza karşılık Kudüs bereketiyle güçlendirecektir. Yeter ki Kudüs, Mescid-i Aksâ ve Filistinin özgürlüğü için hep birlikte güç ve enerjilerimizi birleştirelim. Kudüs bilincini evlerimize, okullarımıza, işyerlerimize, meydanlarımıza ve dünyanın her köşesine ulaştıralım.

Fahri SAĞLIK

Emekli Müfüt