Demokrasiyi dilinden düşürmeyenlerin şiddeti eylem biçimi haline getirmesi artık tesadüf değil, sistematik bir tercih haline dönüştü.
Siyasetin dili kadar, eylemleri de kutuplaşma ve gerilim üzerine şekilleniyor. 23 Nisan’da yaşanan skandal, CHP’nin sadece söylem düzeyinde değil, artık fiili olarak da devletin kurumlarına ve mensuplarına tahammülsüzlüğünü açıkça ortaya koydu.
23 Nisan gibi millet iradesinin tecelligâhı Meclis’in en anlamlı gününde, CHP’li milletvekillerini taşıyan bir otobüsün bir kadın polis memurunun üzerine sürülmesi sadece bir trafik suçu değil; aynı zamanda bu ülkenin tüm kadınlarına, emniyet güçlerine ve kamu düzenine karşı yapılmış organize bir saldırıdır. Bu saldırı, sembolik olarak da kadın-erkek eşitliğini dilinden düşürmeyenlerin gerçek yüzünü ortaya koymaktadır.
Olay sonrası gözaltına alınan şoföre ev hapsi ve yurt dışı çıkış yasağı getirilmesine rağmen, CHP çevrelerinden yükselen tepkiler olayın ciddiyetinden ne kadar uzak olduklarını gösteriyor. Sosyal medyada başlatılan “milletvekili tutuklandı” yalanları, adaletin tecellisini sabote etmeye yönelik bilinçli bir algı operasyonudur.
Peki, bu saldırı başka bir siyasi partiden gelseydi tepkiler nasıl olurdu? Kadın hakları savunuculuğunu kimseye bırakmayan çevreler, bugün neden sessiz? Bu çifte standart, kadın meselesinin bir hak arayışından çok, siyasi araç olarak kullanıldığını bir kez daha gözler önüne seriyor.
Devletin güvenlik güçlerine yönelen bu pervasız saldırı asla cezasız kalmamalıdır. CHP yönetimi, bu eylemlerle yüzleşmek ve tabanına açık bir öz eleştiri vermek zorundadır. Çünkü bu olay sadece bir kamu görevlisine değil; devletin otoritesine, toplumsal huzura ve kadın onuruna karşı yapılmış çok katmanlı bir saygısızlıktır.
Unutmayalım: Biz sustukça, bu karanlık nefret dili daha da güç kazanır.
YORUMLAR