Bu ayet-i kerimeler ile ilgili genel bir bilgilendirme ve değerlendirmeyi geçen hafta sizlere arz etmiştim. Bu yazımda merhum Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın “Hak Dini Kur’an Dili” adlı tefsirindeki değerlendirmeleri esas alarak daha kapsamlı izahlarda bulunmak istiyorum.
Ayet-i kerimelerin başında merhum hocamız günümüzde de spekülasyonu yapılan “ALLAH” ismi şerifi üzerinde orijinal değerlendirmeler sunuyor. O’na göre; “Allah” gerçek ilâhın özel ismidir. Daha doğrusu zat ismi ve özel ismidir. Yüce Allah varlığı zaruri olan öyle bir zattır ki, gerek nesnel ve gerek öznel varlığımızın bütün gidişatında varlığının zaruretini gösterir ve bizim ruhumuzun derinliklerinde her şeyden önce Hakk’ın zatına ait kesin bir tasdikin var olduğu inkâr kabul etmez bir gerçektir.”
“Allah” zat ismini, özel isim olarak düşünebilmek için, Allah’ın selbî ve subûtî bütün zat sıfatları ile fiilî sıfatlarını bir arada tasavvur etmek, sonra da hepsini bir bütün olarak topluca ele almak ve öyle ifade etmek gerekir. (Yüce Allah’ın zati ve subûti sıfatları konusuna bakınız)
“Allah” lafzının kendisine has özellikler ihtiva ettiğini, hiçbir dilde bu lafzın muhtevasını tam olarak ihtiva edecek bir lafız bulunmadığını söyleyen M. Hamdi Yazır hocamız sözlerine şöyle devam ediyor:
“Allah isminin ikili ve çoğulu da yoktur.” Yani Allahlar denemez. Hâlbuki Tanrı adı böyle değildir, mabut ve ilâh gibidir. Hak olmayan mabutlara da “Tanrı” denilir. Fakat bu bir cins ismidir. Allah’a şirk koşanlar birçok tanrılara taparlardı. Falancaların tanrıları şöyle, falancalarınki şöyledir denilir. Demek ki “Tanrı” cins ismi “Allah” özel isminin eş anlamlısı değildir, daha genel anlamlıdır. Bundan dolayı “Allah ismi” “Tanrı adı” ile tercüme olunamaz. Bunun içindir ki, Süleyman Çelebi Mevlidine “Allah” adıyla başlamış, “Allah âdın zikredelim evvelâ/Vâcib oldur cümle işde her kulâ” demiş, Allah yerine Tanrı dememiştir. Bahrin sonunda “Birdir Allah, andan artık tanrı yok.” diyerek tanrı kelimesini “ Allah” karşılığı değil, “ilâh” karşılığında kullanmıştır.
Yüce Allah’ın “gaybı ve görüneni bilir” vasfını ele alan hocamız bu vasfın “ Rahman ve Rahim” isim ve sıfatlarından önce zikredilmesinin önemini izah eder. M. Hamdi Yazır’a göre; “Dikkat edilmesi gereken bir husus da şudur ki, Allah Teâlâ’nın büyüklüğünü ve kudretini beyan ile Allah korkusunun gereğini ispat konumunda gelen bu ayetler, korkudan önce sevgi ve ümit hislerini uyandıracak olan bu rahmet ayeti ile başlamıştır. Ancak ilim rahmetten, vahdaniyette (Allah’ın birliği) ilimden önce zikredilmiştir.”
Rahmân, dünya ile, Rahîm ise ahiretle ilgilidir denilmesinin sebeplerini açıklayan Elmalılı “ Rahîm sıfatı, imanlı ile imansızı, iyi ile kötüyü, korunanla korunmayanları ayırt ederek iyileri sonuçta mükâfat ile murada erdirmek manasını ifade ettiği için, ona mukabil Rahmet-i Rahmâniyye’yi kötüye kullanmış kişilerin de mahrumiyet ve ceza göreceklerini ihtiva eder ki bu anlam, sonraki ayette sayılan vasıflarla izah edilmiş olacaktır.”
Yine hocamıza göre; “O Allah’tır ki kendisinden başka ilâh yoktur.” Cümlesinin tekrar edilmesinin sebebi yüce Allah’ın zatı ve tevhit ilkesinin önemini vurgulamak, zihinlere bu iki kavramı yerleştirmek içindir.
Sonra yüce Allah’ın en önemli bazı isim ve sıfatları zikredilerek “ ALLAH” kavramı zihinlerde pekiştirilmek istenmiştir ki özetle şu esma üzerine vurgu yapılmıştır.
Yüce Allah Melik’tir. Mülkün sahibi, bütün eşyanın mülk ve hükümdarlığı O’nun, bütün yaratıklar üzerinde emir ve nehiy, idare ve tasarruf, mükâfat ve ceza ile açıkta ve gizlide hüküm, kuvvet ve kudret kendisinin olan yegâne saltanat sahibidir. “Mülk elinde bulunan Yüce Allah, kutludur.” (Mülk, 67/1). Öyle melik ki, Kuddüs’tür. Gayet mukaddes her türlü kusurdan münezzeh (uzak), her vasfında mükemmel, sınırlamaya ve tasvire sığmaz, hiçbir leke kabul etmez, tertemiz demektir. Selam’dır. Her selametin kaynağı, kendisi ayıptan, kusurdan, eksiklikten, yokluktan kısacası her tehlikeden salim olduğu gibi, selamet umulan, selamet arayanları selamete erdirecek olan da O’dur. Mümin’dir. İman, emniyet ve güven verici, şüphe ve tereddütleri kaldıran, isteyenlere iman, korku içinde olanlara emniyet veren ve verecek olan da O’dur. Müheymin’dir. Görüp gözeten, her şeye şahit olan koruyan ve bekçilik eden de O’dur. Aziz’dir. Gayet izzetli, onurlu ve şanlıdır. Hiçbir şekilde mağlup edilmez, her işinde galibidir. Yahut eşi benzeri yoktur ve gayet yüksektir. Yani “Hiçbir şey O’nun dengi olmamıştır.” (İhlâs, 112/4) ayetinde ifade edildiği gibidir. Yahut dilediğini yapan yani (Hûd, 11/108). Bununla beraber alçaklığı, ahlâksızlığı, küfür, zulüm, fesat, isyan ve küfran gibi fenalıkları sevmez. Cebbar’dır. Çok cebredici mâniasını ifade eden Cebbar vasfında başlıca iki mana vardır. Birincisi, cebr, esasen kırığı yerine getirip sıkıca sarmak, eksiği ıslah edip tamamlamak demektir. Bu mânâda Cebbar ismi halkın eksikliklerini tamamlayan, ihtiyaçlarını gideren, işlerini düzelten ve bu konuda gereken şeyi gereği gibi yapmakta çok iktidarlı olan hakim manasını ifade eder. Müfessirlerin çoğu, Allah Teâlâ’ya Cebbar ismini vermenin bu anlamda olduğunu söylemişlerdir. Buna göre Allah Teâlâ dertlere derman veren, kırılanları onaran, yoksulları zengin eden, perişanlıkları yoluna koyup düzelten en yüce zattır. İkincisi, cebr, icbar etmek, yani dilediğini zorla yaptırmak manasına da gelir. Bu manada Cebbar, zorlu demektir. Allah Teâlâ’ya isnadı, Kahhar ismi gibi, halkı iradesine mecbur eden, dilediğini ister istemez zorla yaptırmaya kadir olan, hüküm ve nüfuzuna karşı çıkılma ihtimali bulunmayan güç ve büyüklük sahibi demektir. Mütekebbir’dir. Büyüklükte eşi, benzeri olmayandır.
Hâlık’tır. “O, öyle Allah’tır ki, Hâlık’tır.” O’nun dışındaki her şey mahlûktur. Her şeyi tam anlamıyla takdir ve icad ederek yaratan Ancak Allah Teâlâ’dır. O, öyle bir yaratıcı ki, Bâri ‘dir. Yani öyle temiz yaratıcı ki yarattıklarını temiz ve sağlam bir nizam üzere seçip düzenleyerek ve tamamlayarak birbirinden farklı özelliklerle yaratır. Musavvir’dir. Yaratıkların suretlerini ve hallerini takdir edip, dilediği şekilde icat ederek tasvir eden ancak O’dur. Nitekim bu husus şu ayetlerde ifade edilmektedir. “Rahîmlerde sizi dilediği gibi şekillendiren O’dur.” (Al-i İmrân, 3/6), “O (Rab) ki seni yarattı, sana düzen verdi, ölçülü bir biçim verdi. Dilediği surette seni terkip etti.” (İnfitâr, 82/7,8)
İsmin çoğulu olan “esmâ” kelimesi ile “en güzel” anlamındaki “hüsnâ” kelimesinin oluşturduğu bir sıfat tamlaması olan “esmâ-i hüsnâ”, “en güzel isimler” anlamında Yüce Allah’ın isimleri için kullanılan bir terimdir. Kur’ân-ı Kerîm’de, “Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır. En güzel isimler O’na mahsustur.” (Tâhâ, 20/8); “…En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanlar O’nun şanını yüceltmektedirler. O galiptir, hikmet sahibidir.” (el-Haşr, 59/24) mealindeki ayetlerde ifade edildiği gibi en güzel isimler Allah’a mahsustur. Çünkü bütün kemâl ve yetkinliklerin sahibi O’dur. O’nun isimleri en yüce ve mutlak üstünlük ifade eden kutsal nitelemelerdir.
Allah Teâlâ’nın (c.c.) Kur’ân-ı Kerim ve sahih hadislerde geçen pek çok ismi vardır. Kul bu isimleri öğrenerek Allah’ı tanır, O’nu sever ve gerçek kul olur. Kur’an’da, “En güzel isimler Allah’ındır. O hâlde O’na o güzel isimlerle dua edin…” (el-A‘râf, 7/180) buyrularak esmâ-i hüsnâ ile dua ve niyazda bulunulması istenmiştir. Esmâ-i hüsnânın birden fazla olması, işaret ettiği zâtın birden çok olmasını gerektirmez, bütün isimler o tek zâta delalet eder: “De ki: İster Allah deyin ister Rahmân deyin, hangisini deseniz olur. Çünkü en güzel isimler O’na aittir.” (el-İsrâ, 17/110).
Haşr suresinin son üç ayet-i kerimesini sabah-akşam okuyalım, isimlerin ifade ettiği engin manaları zihinlerimize yerleştirerek tefekkür edelim. Yüce Allah’ın razı olacağı iyi bir kul olabilme idealini her daim canlı tutalım.
Fahri SAĞLIK
Emekli Müftü
Ayet-i kerimelerin başında merhum hocamız günümüzde de spekülasyonu yapılan “ALLAH” ismi şerifi üzerinde orijinal değerlendirmeler sunuyor. O’na göre; “Allah” gerçek ilâhın özel ismidir. Daha doğrusu zat ismi ve özel ismidir. Yüce Allah varlığı zaruri olan öyle bir zattır ki, gerek nesnel ve gerek öznel varlığımızın bütün gidişatında varlığının zaruretini gösterir ve bizim ruhumuzun derinliklerinde her şeyden önce Hakk’ın zatına ait kesin bir tasdikin var olduğu inkâr kabul etmez bir gerçektir.”
“Allah” zat ismini, özel isim olarak düşünebilmek için, Allah’ın selbî ve subûtî bütün zat sıfatları ile fiilî sıfatlarını bir arada tasavvur etmek, sonra da hepsini bir bütün olarak topluca ele almak ve öyle ifade etmek gerekir. (Yüce Allah’ın zati ve subûti sıfatları konusuna bakınız)
“Allah” lafzının kendisine has özellikler ihtiva ettiğini, hiçbir dilde bu lafzın muhtevasını tam olarak ihtiva edecek bir lafız bulunmadığını söyleyen M. Hamdi Yazır hocamız sözlerine şöyle devam ediyor:
“Allah isminin ikili ve çoğulu da yoktur.” Yani Allahlar denemez. Hâlbuki Tanrı adı böyle değildir, mabut ve ilâh gibidir. Hak olmayan mabutlara da “Tanrı” denilir. Fakat bu bir cins ismidir. Allah’a şirk koşanlar birçok tanrılara taparlardı. Falancaların tanrıları şöyle, falancalarınki şöyledir denilir. Demek ki “Tanrı” cins ismi “Allah” özel isminin eş anlamlısı değildir, daha genel anlamlıdır. Bundan dolayı “Allah ismi” “Tanrı adı” ile tercüme olunamaz. Bunun içindir ki, Süleyman Çelebi Mevlidine “Allah” adıyla başlamış, “Allah âdın zikredelim evvelâ/Vâcib oldur cümle işde her kulâ” demiş, Allah yerine Tanrı dememiştir. Bahrin sonunda “Birdir Allah, andan artık tanrı yok.” diyerek tanrı kelimesini “ Allah” karşılığı değil, “ilâh” karşılığında kullanmıştır.
Yüce Allah’ın “gaybı ve görüneni bilir” vasfını ele alan hocamız bu vasfın “ Rahman ve Rahim” isim ve sıfatlarından önce zikredilmesinin önemini izah eder. M. Hamdi Yazır’a göre; “Dikkat edilmesi gereken bir husus da şudur ki, Allah Teâlâ’nın büyüklüğünü ve kudretini beyan ile Allah korkusunun gereğini ispat konumunda gelen bu ayetler, korkudan önce sevgi ve ümit hislerini uyandıracak olan bu rahmet ayeti ile başlamıştır. Ancak ilim rahmetten, vahdaniyette (Allah’ın birliği) ilimden önce zikredilmiştir.”
Rahmân, dünya ile, Rahîm ise ahiretle ilgilidir denilmesinin sebeplerini açıklayan Elmalılı “ Rahîm sıfatı, imanlı ile imansızı, iyi ile kötüyü, korunanla korunmayanları ayırt ederek iyileri sonuçta mükâfat ile murada erdirmek manasını ifade ettiği için, ona mukabil Rahmet-i Rahmâniyye’yi kötüye kullanmış kişilerin de mahrumiyet ve ceza göreceklerini ihtiva eder ki bu anlam, sonraki ayette sayılan vasıflarla izah edilmiş olacaktır.”
Yine hocamıza göre; “O Allah’tır ki kendisinden başka ilâh yoktur.” Cümlesinin tekrar edilmesinin sebebi yüce Allah’ın zatı ve tevhit ilkesinin önemini vurgulamak, zihinlere bu iki kavramı yerleştirmek içindir.
Sonra yüce Allah’ın en önemli bazı isim ve sıfatları zikredilerek “ ALLAH” kavramı zihinlerde pekiştirilmek istenmiştir ki özetle şu esma üzerine vurgu yapılmıştır.
Yüce Allah Melik’tir. Mülkün sahibi, bütün eşyanın mülk ve hükümdarlığı O’nun, bütün yaratıklar üzerinde emir ve nehiy, idare ve tasarruf, mükâfat ve ceza ile açıkta ve gizlide hüküm, kuvvet ve kudret kendisinin olan yegâne saltanat sahibidir. “Mülk elinde bulunan Yüce Allah, kutludur.” (Mülk, 67/1). Öyle melik ki, Kuddüs’tür. Gayet mukaddes her türlü kusurdan münezzeh (uzak), her vasfında mükemmel, sınırlamaya ve tasvire sığmaz, hiçbir leke kabul etmez, tertemiz demektir. Selam’dır. Her selametin kaynağı, kendisi ayıptan, kusurdan, eksiklikten, yokluktan kısacası her tehlikeden salim olduğu gibi, selamet umulan, selamet arayanları selamete erdirecek olan da O’dur. Mümin’dir. İman, emniyet ve güven verici, şüphe ve tereddütleri kaldıran, isteyenlere iman, korku içinde olanlara emniyet veren ve verecek olan da O’dur. Müheymin’dir. Görüp gözeten, her şeye şahit olan koruyan ve bekçilik eden de O’dur. Aziz’dir. Gayet izzetli, onurlu ve şanlıdır. Hiçbir şekilde mağlup edilmez, her işinde galibidir. Yahut eşi benzeri yoktur ve gayet yüksektir. Yani “Hiçbir şey O’nun dengi olmamıştır.” (İhlâs, 112/4) ayetinde ifade edildiği gibidir. Yahut dilediğini yapan yani (Hûd, 11/108). Bununla beraber alçaklığı, ahlâksızlığı, küfür, zulüm, fesat, isyan ve küfran gibi fenalıkları sevmez. Cebbar’dır. Çok cebredici mâniasını ifade eden Cebbar vasfında başlıca iki mana vardır. Birincisi, cebr, esasen kırığı yerine getirip sıkıca sarmak, eksiği ıslah edip tamamlamak demektir. Bu mânâda Cebbar ismi halkın eksikliklerini tamamlayan, ihtiyaçlarını gideren, işlerini düzelten ve bu konuda gereken şeyi gereği gibi yapmakta çok iktidarlı olan hakim manasını ifade eder. Müfessirlerin çoğu, Allah Teâlâ’ya Cebbar ismini vermenin bu anlamda olduğunu söylemişlerdir. Buna göre Allah Teâlâ dertlere derman veren, kırılanları onaran, yoksulları zengin eden, perişanlıkları yoluna koyup düzelten en yüce zattır. İkincisi, cebr, icbar etmek, yani dilediğini zorla yaptırmak manasına da gelir. Bu manada Cebbar, zorlu demektir. Allah Teâlâ’ya isnadı, Kahhar ismi gibi, halkı iradesine mecbur eden, dilediğini ister istemez zorla yaptırmaya kadir olan, hüküm ve nüfuzuna karşı çıkılma ihtimali bulunmayan güç ve büyüklük sahibi demektir. Mütekebbir’dir. Büyüklükte eşi, benzeri olmayandır.
Hâlık’tır. “O, öyle Allah’tır ki, Hâlık’tır.” O’nun dışındaki her şey mahlûktur. Her şeyi tam anlamıyla takdir ve icad ederek yaratan Ancak Allah Teâlâ’dır. O, öyle bir yaratıcı ki, Bâri ‘dir. Yani öyle temiz yaratıcı ki yarattıklarını temiz ve sağlam bir nizam üzere seçip düzenleyerek ve tamamlayarak birbirinden farklı özelliklerle yaratır. Musavvir’dir. Yaratıkların suretlerini ve hallerini takdir edip, dilediği şekilde icat ederek tasvir eden ancak O’dur. Nitekim bu husus şu ayetlerde ifade edilmektedir. “Rahîmlerde sizi dilediği gibi şekillendiren O’dur.” (Al-i İmrân, 3/6), “O (Rab) ki seni yarattı, sana düzen verdi, ölçülü bir biçim verdi. Dilediği surette seni terkip etti.” (İnfitâr, 82/7,8)
İsmin çoğulu olan “esmâ” kelimesi ile “en güzel” anlamındaki “hüsnâ” kelimesinin oluşturduğu bir sıfat tamlaması olan “esmâ-i hüsnâ”, “en güzel isimler” anlamında Yüce Allah’ın isimleri için kullanılan bir terimdir. Kur’ân-ı Kerîm’de, “Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır. En güzel isimler O’na mahsustur.” (Tâhâ, 20/8); “…En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanlar O’nun şanını yüceltmektedirler. O galiptir, hikmet sahibidir.” (el-Haşr, 59/24) mealindeki ayetlerde ifade edildiği gibi en güzel isimler Allah’a mahsustur. Çünkü bütün kemâl ve yetkinliklerin sahibi O’dur. O’nun isimleri en yüce ve mutlak üstünlük ifade eden kutsal nitelemelerdir.
Allah Teâlâ’nın (c.c.) Kur’ân-ı Kerim ve sahih hadislerde geçen pek çok ismi vardır. Kul bu isimleri öğrenerek Allah’ı tanır, O’nu sever ve gerçek kul olur. Kur’an’da, “En güzel isimler Allah’ındır. O hâlde O’na o güzel isimlerle dua edin…” (el-A‘râf, 7/180) buyrularak esmâ-i hüsnâ ile dua ve niyazda bulunulması istenmiştir. Esmâ-i hüsnânın birden fazla olması, işaret ettiği zâtın birden çok olmasını gerektirmez, bütün isimler o tek zâta delalet eder: “De ki: İster Allah deyin ister Rahmân deyin, hangisini deseniz olur. Çünkü en güzel isimler O’na aittir.” (el-İsrâ, 17/110).
Haşr suresinin son üç ayet-i kerimesini sabah-akşam okuyalım, isimlerin ifade ettiği engin manaları zihinlerimize yerleştirerek tefekkür edelim. Yüce Allah’ın razı olacağı iyi bir kul olabilme idealini her daim canlı tutalım.
Fahri SAĞLIK
Emekli Müftü
YORUMLAR