Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde adı bilinmeyen bir ülkenin adı bilinmeyen bir şehrinde ak saçlı, çok akıllı bir prens yaşarmış. Prensin; bir eşi ile iki çocuğu varmış.

Böyle mutlu mutlu yaşarlarken hiç umulmadık bir şey olmuş. Prensin ayağı acımaya, yürümekte zorlanmaya başlamış. Yere her bastığında acılar içinde kalıyormuş. Geciktirmeden aile doktoruna gitmiş. Muayene sonrası doktor; ortopedi doktoruna göstermesini önermiş.

Bunun üzerine ak saçlı prens şehir hastanesinde bir ortopedi doktorundan randevu alır. Sırası geldiğinde doktorun odasına girer. Ayağının tabanında bir acı olduğunu ve yürümekte zorlandığını anlatır. Prensi yarım yamalak dinleyen doktor bu rahatsızlığın cildiye doktorunun konusu olduğunu söyleyerek bir kartvizit uzatır ve cildiyeye ya da kartvizitte yazan yere gitmesini söyler.

Ak saçlı prens şaşkınlıkla dışarı çıkar. Kartviziti bakmadan cebine atar. Cildiye polikliniğini aramaya başlar. Hastane çok büyük olduğu için, sora sora ve acılar içinde yürüyerek polikliniği bulur. Sıra alarak içeri girer. Cilt doktoruna durumu anlatır ve ortopedi doktoru tarafından yönlendirildiğini belirtir. Sağolsun, cilt uzmanı doktor muayenesini yapar. Ancak bunun kendi işi olmadığını bir genel cerrahi uzmanına göstermesi gerektiğini söyler.

Acılar içinde yürümekte zorlanan prens cilt doktoruna teşekkür ederek genel cerrahi polikliniklerini aramaya koyulur. Mesai saatinin sonuna yaklaşılmaktadır. Yine sıra numarası alır ve doktor odadan çıkmak üzereyken doktoru yakalar. Durumu ve süreci anlatır. Doktor; prensin yanlış yere geldiğini bunun ortopedi doktorunun işi olduğunu söyleyerek sekreterden sıra numarasını iptal etmesini ister.

Ne yapacağına şaşıran prens o sırada yanına gelen eşiyle beraber zor zahmet ortopedi doktoruna tekrar giderler. Yaşadıklarını anlatırlar. Ortopedi doktoru; ya özel hastaneye gitmelerini ya da, kartvizit uzatarak, kartvizitte yazan yere gitmelerini önererek odadan çıkar. Doktorun ayak tabanına hiç bakmadan iki seferde de bu tavrı sergilemesi karşısında şaşkınlık içinde kalan prens yılgınlık ve hayal kırıklığı ile karısına eve gidelim der.

Koskoca hastanede üç poliklinik gezen ve sonuç alamayan üstelik sistem dışına itilen prensin eşi; umutsuzlukla doktorun verdiği kartvizite bakar. Kartvizit özel bir ayak bakım merkezine aittir. Şaşkınlıkları bir kat daha artar. Şaşkınlıkları birazda kızgınlığa dönüşür. Bu durumu konuşmak için bir Başhekim Yardımcısına giderler.

Onları dinleyen başhekim yardımcısı; plastik cerrahı olan doktoru arayarak göndereceği hastayı muayene etmesini ister. Tekrar yollara düşen prens, topallaya topallaya polikliniği bulur ve durumu anlatır. Plastik cerrah eline bir kağıt tutuşturarak EMAR çektirmesini ister.

Bizim ak saçlı prens acılar içinde tekrar yola düşerek EMAR çekilen birimi bulur ve doktorun verdiği kağıdı görevliye uzatır. Görevli göz ucuyla kağıda bakar ve prense biraz kaba ve hafif sert bir ses tonuyla burada ne emarı çekileceği belli değil tekrar doktora git bunu düzelttir gel der. Prens perişan haldedir üstelik oruçludur. Ama ya sabır deyip tekrar plastik cerrahi polikliniğine çıkar. Vardığında mesai bitmiştir. Doktor odasında yoktur. Görevlilere soruştururken doktorun başka bir odada çay içtiğini öğrenir ve yanına giderek durumu anlatır.

Doktor kağıda her şeyi yazdığını üstelik sisteme de girdiğini belirterek yazıyı kalemle yuvarlak içine alarak belirgin hale getirir. Ayrıca görüntüleme merkezine telefon ederek oranın şefine durumu anlatır. Çaresiz prens, elinde kağıt topallayarak düşer yollara.

Görüntüleme merkezine tekrar gelir. Kağıdı görevliye uzatır. Görevli şöyle bir bakar ve biraz önce doktora telefon ettiren sen miydin der. Prens çekinerek evet deyince görevli; önce şefle görüşmesini söyler. Şefe gider. Kağıdı uzatır. “Ha doktora telefon ettiren sen miydin?” diye sorar. Prens adeta ezilerek durumu anlatmaya çalışırken şef yerinden kalkar görevli memura gider ve aynen şöyle der: “Verin şuna bir EMAR.”

Bir ay sonraya gün verirler. Ancak prensin kafasına bir soru takılır. Çekim ilaçlı mı yoksa ilaçsız mı olacaktır. Sormaya cesaret eder. Ancak görevli hafif azarlar bir ses tonuyla şef ne diyorsa o, çekim ilaçsız der. Sonradan pişman olmaktansa son bir gayretle tekrar doktoru bulan hasta prens, çekimin ilaçsız yapılacağını belirterek doğruluğunu teyit ettirmek ister. Doktor: “Ne demek ilaçsız, ilaçlı çekim yapılacağını kağıda belirttim ya okumadılar mı?” diyerek kağıda kırmızı kalemle tekrar yazar ve düzelttirmesini söyler. Prensin gücü kalmamıştır. Yorgun ve bitkin, üstelik sinirleri harap bir şekilde görüntüleme merkezinin yollarına düşer.

Görevli memuru bulur. Şefe gönderilir. Şefe kağıdı verir. Şef; EMAR randevusunun renkli çekim olacağını memura söyler. Sonunda randevu alınmıştır.  Koridora çıkar. Bir koltuğa oturur. Derin derin nefes alır ve kendisine bu süreç boyunca sabır veren rabbine şükreder.

Neyse çok fazla da uzatmayalım. Randevu günü geldiğinde film çekilir. Filmin raporunun yazılması için tekrar bir ay sonraya gün verilir. Prensin eşi Sağlık Lisesinde öğretmen olduğu için hastanede birçok eski öğrencisi çalışmaktadır. EMAR’ı çekende öğrencisidir. O gün hastaneye staj yapan öğrencilerini kontrole gelmiştir. Tesadüfen eski öğrencisiyle karşılaşır. Ona durumu anlatır. Filme bakarlar. Durum pek normal değildir. Hemen raporu yazacak doktora filmi gösterirler. Sonuç ayak tabanında bir kitle vardır ve kanser olma ihtimali yüksektir. Gecikmeden müdahale edilmesi gerekmektedir.

Prensin eşi kanser sözünü duyunca şok olmuştur. Önce ne yapacağını bilemez. Sonra EMAR isteyen plastik cerraha gider ve sonucu gösterir. Doktor da şaşırır. Hemen bir üniversite hastanesine gitmelerini önerir.  Büyük bir üzüntü ve yıkım yaşayan eş birazda kızgın olarak durumu anlatmak için yöneticilerle konuşmak ister. İdari kısma giderek o anda yerinde olan Başhekim Yardımcısıyla görüşmek ister. Sekreter içeriye almak istemese de, girer. Sorununu anlatmak istediğini belirtir. Yardımcı dinlemek istemez. Sizin doktorunuzun ayak bakım merkezine gönderdiği hastanın sonucu kanser çıktı demeye kalmadan odadan çıkması sert bir ses tonuyla söylenir. Bu muameleye tepki gösterip odadan çıktığında beş güvenlik görevlisini ellerinde joplarıyla karşısında bulur. Başhekim Yardımcısı panik butonuna basmış ve güvenlikçileri çağırmıştır. Şaşırır. Güvenlikçilere kendisine dokunmamalarını, aklının başında olduğunu söyleyerek orayı terk eder.

Bundan sonraki süreçlerde de ilginç olaylar var. Ancak masalımızı çok fazlada uzatmak istemiyorum. Bir şekilde durum prense izah edilir. Üniversite hastanesinde muayene olunur. Başka şehirdeki Üniversitede kendisine ameliyat için özel hastanede olmak koşuluyla yirmi bin lira istenir. Tekrar kendi yaşadıkları şehirde bulunan üniversite hastanesinde ameliyat edilir. Sonuç; alınan tümörün patoloji sonucu iyidir. Artık evde yatıp iyileşmeyi beklemek gerekmektedir. Ak saçlı prens yaşadığı bu zorlu süreçte yaşadıklarına hala inanamamaktadır. Kendisinin bile zorlandığı bu sistemde halkın neler çektiğini düşündükçe üzülmektedir.

Gökten üç elma düşer. Biri anlatana, biri okuyanlara, en büyük elma da prensin başına gelenlere sebep olanlara.