Bir çocuk düşünün. Çocuk deyince aklınıza hangi yaş ortalaması geliyor? Bizim ülkemizde 18 yaşından sonra reşit olunuyor. Yani daha 15 – 16 yaş bile çocuk.. Hayatın acımasız tarafını daha 16 yaşında bir çocuk… İbrahim Balaban!
1921 tarihinde Bursa’nın Seçköy ilçesinde dünyaya gözlerini açtı bu çocuk. Köyün 3 sınıflı okulundan mezun olduktan sonra okumaya devam edemedi. Çobanlık, ekin biçme, taş kırma gibi işlerde çalıştı. Esrar üreten iki köylü Balaban’ın babasını işe aldı. Ama babası olayın iç yüzünü bilmiyordu. Balaban’ın babası köylülere yollayacak kimse bulamayınca oğlunu gönderir. Tesadüf de bu ya… Polis o gece baskın yapar. Ve daha 16 yaşındaki bir çocuğu hapse atarlar. Altı ay hapis ve 3 ay da para cezasına çarptırılan Balaban, parayı da ödeyemeyince üç yıl boyunca ceza evinde kalır.
Tabi o zamanlar Balaban’ın sevdiği bir kız vardır. Ki kızı seven bir başkası da.. O çocuk da hapse düşer ve Balaban’ı içeride hiç rahat bırakmaz. Cezasının bitmesine çok az bir zaman kala 4 mahkumun saldırısına uğrar. Balaban daha sonra hasmını öldürdüğü için ikinci kez tekrar cezaevine girer.
İşte o sırada her insanın tadamayacağı büyük bir olay oluyor. Hapishaneye Nazım Hikmet de geliyor. Resim yaptığını duyan Balaban kendinin de resmini yapmasını ister ondan. Belli bir miktar parayla gider yanına. Ve muhabbetleri bu şekilde başlar. 3 yıl cezası bitip dışarıya çıkınca evlenir. Fakat, hayatında ters giden olaylardan dolayı yeniden hapse düşer.
İşte cezaevine bu üçüncü girişinde Nazım Hikmet’in öğrencisi olur. İlk gün felsefe dersi… Usta anlatır, çırak dinler. Ertesi gün kendisine anlatılanları bir bir yineler ustasına. İkinci gün sosyoloji, üçüncü gün ekonomi, politik… Defter, kalem, kağıt, kitap yok…
1950 affıyla ustasıyla beraber çıkarlar mapustan. Köyüne dönen Balaban’ı bir süre sonra Nazım Hikmet İstanbul’a çağırır. Dostlarıyla tanıştırır, onlara emanet eder onu. Balaban’ı askere alırlar, Nazım Hikmet de yurtdışına çıkmak zorunda kalır. O günden sonra bir daha görüşemezler. Balaban’ın Nazım Hikmet hakkında söylediği bir cümle var. “O bir güneşti, ışığıyla beni aydınlattı.”
Kendi kendini yinelemekten kaçınan Balaban sürekli değişik resimler yapmaya özen gösterir. Konusu genelde kırsal kesim insanlarımız ve onların yaşantılarıdır. Başlıca konuları şu şekilde sırayabiliriz: Kente Göçenler, Üretenlerin Suretleri, Çocukların Sevinci, Anadolu Kadınları…
İbrahim Balaban, Türk resim tarihinde Anadolu’nun, halkın dilidir. Hem Anadolucu hem de evrensel değerlere sahip entelektüel aydın örneğinin, önemli temcilcilerinden biridir.
(Bazen ufak bir tesadüf hayatının baştan sona değişmesine sebep olabilir.)
Bir çocuk düşünün. Çocuk deyince aklınıza hangi yaş ortalaması geliyor? Bizim ülkemizde 18 yaşından sonra reşit olunuyor. Yani daha 15 – 16 yaş bile çocuk.. Hayatın acımasız tarafını daha 16 yaşında bir çocuk… İbrahim Balaban!
1921 tarihinde Bursa’nın Seçköy ilçesinde dünyaya gözlerini açtı bu çocuk. Köyün 3 sınıflı okulundan mezun olduktan sonra okumaya devam edemedi. Çobanlık, ekin biçme, taş kırma gibi işlerde çalıştı. Esrar üreten iki köylü Balaban’ın babasını işe aldı. Ama babası olayın iç yüzünü bilmiyordu. Balaban’ın babası köylülere yollayacak kimse bulamayınca oğlunu gönderir. Tesadüf de bu ya… Polis o gece baskın yapar. Ve daha 16 yaşındaki bir çocuğu hapse atarlar. Altı ay hapis ve 3 ay da para cezasına çarptırılan Balaban, parayı da ödeyemeyince üç yıl boyunca ceza evinde kalır.
Tabi o zamanlar Balaban’ın sevdiği bir kız vardır. Ki kızı seven bir başkası da.. O çocuk da hapse düşer ve Balaban’ı içeride hiç rahat bırakmaz. Cezasının bitmesine çok az bir zaman kala 4 mahkumun saldırısına uğrar. Balaban daha sonra hasmını öldürdüğü için ikinci kez tekrar cezaevine girer.
İşte o sırada her insanın tadamayacağı büyük bir olay oluyor. Hapishaneye Nazım Hikmet de geliyor. Resim yaptığını duyan Balaban kendinin de resmini yapmasını ister ondan. Belli bir miktar parayla gider yanına. Ve muhabbetleri bu şekilde başlar. 3 yıl cezası bitip dışarıya çıkınca evlenir. Fakat, hayatında ters giden olaylardan dolayı yeniden hapse düşer.
İşte cezaevine bu üçüncü girişinde Nazım Hikmet’in öğrencisi olur. İlk gün felsefe dersi… Usta anlatır, çırak dinler. Ertesi gün kendisine anlatılanları bir bir yineler ustasına. İkinci gün sosyoloji, üçüncü gün ekonomi, politik… Defter, kalem, kağıt, kitap yok…
1950 affıyla ustasıyla beraber çıkarlar mapustan. Köyüne dönen Balaban’ı bir süre sonra Nazım Hikmet İstanbul’a çağırır. Dostlarıyla tanıştırır, onlara emanet eder onu. Balaban’ı askere alırlar, Nazım Hikmet de yurtdışına çıkmak zorunda kalır. O günden sonra bir daha görüşemezler. Balaban’ın Nazım Hikmet hakkında söylediği bir cümle var. “O bir güneşti, ışığıyla beni aydınlattı.”
Kendi kendini yinelemekten kaçınan Balaban sürekli değişik resimler yapmaya özen gösterir. Konusu genelde kırsal kesim insanlarımız ve onların yaşantılarıdır. Başlıca konuları şu şekilde sırayabiliriz: Kente Göçenler, Üretenlerin Suretleri, Çocukların Sevinci, Anadolu Kadınları…
İbrahim Balaban, Türk resim tarihinde Anadolu’nun, halkın dilidir. Hem Anadolucu hem de evrensel değerlere sahip entelektüel aydın örneğinin, önemli temcilcilerinden biridir.
(Bazen ufak bir tesadüf hayatının baştan sona değişmesine sebep olabilir.)
YORUMLAR