“Sahâbe-i kirâm efendilerimizin giydikleri libâslar (elbiseler) neresinden eskirdi, bilir misiniz? Omuzlarından. Çünkü daima cemâatle kıldıkları namazda saflar adeta sabun kalıpları gibi. O ayrı ayrı vücutlar yekpare birer duvar kesilirdi.

Görüyorsunuz ya, Peygamber Efendimizin safları düzeltmeye atıf buyurdukları ehemmiyet, neden dolayı imiş. Hep Müslümanlar arasındaki birliği temîn etmek imiş.

Fakat Müslümanların bu hali o zaman Medine’de bulunan Yahudilerin hiç hoşuna gitmiyordu. Hatta günün birinde şöyle bir vâkıa oldu: İhtiyar Yahudinin biri baktı ki Ensardan birkaç genç bir arada oturmuşlar, tasvir edilemeyecek bir samimiyetle konuşuyorlar, sohbet ediyorlar. Herif bunu görünce İslâm’ın ateşinden kendi hesabına ürktü. İçi gıcıklandı. Ne olacak bu?” Dedi. “İş biraz daha giderse bize ekmek kalmayacak…”

Bunun üzerine bir delikanlı Yahudi buldu. “Git şunlara. Evs ve Hazrec ( cahiliye döneminde birbirlerine düşman olan Medineli iki kabile ) arasındaki vukuâtı hatırlat, geç..” dedi. O da gitti. Her iki tarafa ait şairlerin vaktiyle olup biten maceraları musavver (tasvir edilmiş) olmak üzere söylemiş oldukları şiirleri okudu. Bunun üzerine gençlik kıvılcımıyla her iki tarafın kabadayılık damarları galeyana geldi. Her biri kendi kabilesinin kahramanlığını sayıp dökmeğe başladı. İş büyüdü.

Hatta biri: “İsterseniz o geçmiş vâkıaları tazeleyebiliriz” sözünü ortaya attı. Bunun üzerine ötekiler: “Hay hay! Sizden ne korkumuz var?” dediler. Hepsi ayaklandılar, silahlarını alıp Medine haricindeki taşlık bir vadiye çıktılar.

Muharebe başlamak üzere iken hadiseden haberdar olan Peygamber Efendimiz hemen oraya koştular. Hazreti Peygamberi görünce her iki taraf durdu. Peygamber Efendimiz yüksekçe bir yere çıkarak, gayet etkili ve beliğ, şu hitabeyi irad buyurdular:

“ Ey Müslümanlar! Allah’tan korkunuz, Allah’tan korkunuz! Aklınızı başınıza alınız, daha ben sağ iken henüz aranızda bulunuyorken cahiliyet davalarıyla mı ayaklanıyorsunuz? Bu hareketlerinizin akıbetinin nereye varacağını düşünmüyor musunuz?”

Bunun üzerine her iki tarafın aklı başına geldi. Yaptıklarından pişman olarak ağlaşa ağlaşa sarmaşıp barıştılar. İşte bu vâkıaya müteakiben şu âyet-i celîle nazil oldu ki bu ayetlerin meâli şöyledir: “ Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra sizi döndürüp kâfir yaparlar. Size Allah’ın âyetleri okunup dururken ve Allah’ın Resûlü de aranızda iken dönüp nasıl inkar edersiniz? Kim Allah’a sımsıkı bağlanırsa, kesinlikle o, doğru yola iletilmiştir. (Âl-i İmrân Sûresi 3/ 100- 101)

Ey Müslümanlar!

Allah’tan nasıl korkmak icap ederse öylece korkunuz! Ve ancak Müslüman olarak Müslümanlıkta can veriniz, sonra hepiniz birden habl-i ilahiye (Allah’ın ipine = Kur’an’a) sımsıkı sarılınız. Sakın aranıza ayrılık gayrılık girmesine meydan bırakmayınız.

Hani sizler birbirinize düşman idiniz; Cenâb-ı hak kalblerinizi feyz-i İslâm ile birleştirdi de onun sâye-i nimetinde kardeş oldunuz. Hani sizler bir zaman ateş çukurunun ta kenarına kadar gelmiştiniz de Cenâb-ı hak sizi oradan kurtarmıştı.

İşte, belki hidayet yolu bulursunuz diye Cenâb-ı Hak âyet-i celîlesini size böyle sarih olarak      ( açıkça ) tebliğ buyuruyor.” İşte bin üç yüz bu kadar sene evvel nazil olan bu âyet-i celîlenin hükmü kıyamete kadar bâkîdir. İniş sebebi olan hadise maalesef tekrar edip duruyor. Dolayısıyla, Müslümanlar arasında ayrılığa gayrılığa sebep olacak en ufak hadiselerden, dargınlığa yol açacak en hafif hareketlerden, sözlerden kesinlikle çekinilmelidir.

Fırkacılık-grupçuluk, bunlar artık susmalı. El birliğiyle bugün vatanı müdâfaa eylemeliyiz. Asla me’yus (ümitsiz) olmamalı, emin olmalıyız ki canla başla çalışırsak, aradaki tefrika sebeplerini kaldıracak olursak İslâm vatanını kurtarırız. İnşâallah bundan sonra habl-i ilahiye sımsıkı sarılınız. Önümüzde hamdolsun birçok başarılar var. Bugün bütün Müslümanlar uyandı. Gerek dünyayı, gerek kendilerinin dünyadaki mevkiîlerini artık anlamaya başladı. Sonra gözleri büsbütün açıldı.

Müslümanlar kendi başlarını kurtarmaya, kendi yaşama haklarını kazanmaya çalışmazlarsa kıyamete kadar zillet içinde, miskînlik içinde kalacaklarını anladılar. Ona göre çalışmaya başladılar. Başkalarından merhamet, adalet dilenmenin, insanlık hakkı beklemenin pek beyhude olduğunu bilfiil gördüler; asırlardan beri dalmış oldukları uykudan artık silkiniyorlar. İnşâ’allah bu intibah ( uyanış, uyanma ) devam edecek, bütün İslâm dünyasına yayılacak; yakın zamanda bir gün gelecek ki İslâm, asırlardan beri kaybettiği şevketini, kudretini, büyüklüğünü yine –yeniden-gösterecektir.

Bütün aleyhimizdeki cereyanlar biraz değişmiş, eskisinden biraz daha iyileşmiş görünüyorsa, emin olunuz ki bu inkılâb hep vatan müdâfası yolunda bilinen bu mücahedelerinizle, İslâm âleminin lehimizdeki galeyanları, tezahürleri sayesindedir.

Ey cemâati müslimin!

Memleketlerinizi kurtarmak için devam eden cihadınızda bir noktaya son derecede dikkat etmelisiniz. Bu hareketlerin, bu himmetlerin din ve vatan savunması uğrunda sarf edilmekte olduğu dost ve düşman nazarında tamamıyla anlaşılmalıdır. Fırkacılık, menfaatçilik gibi hislerden kesinlikle uzak olduğuna yakındakiler, uzaktakiler tamamıyla kanâat getirmelidir. Bu kanâati zerre kadar sarsacak bir harekete, bir söze kimse tarafından meydan verilmemelidir.

Husûsî emeller, husûsî ictihâdler yine husûsî olarak sahiplerinin kafasında, kalbinde kalmalıdır. Çünkü gaye birdir. Efrat tarafından o müşterek gayeye karşı gösterilecek ufacık bir eksiklik bile, son derece muhtaç olduğumuz birliği temelinden sarsmaya kafidir. Onun için bundan son derecede sakınmalıdır.

Cemâat içinde herkesin üzerine düşen bir vatan vazifesi, İslam’ın bir farizâsı vardır ki, bu yolda zerre kadar ihmal göstermek caiz değildir. Bu husûsta hiçbir fert kenara çekilerek seyirci kalamaz. Çünkü düşman kapılarımıza kadar dayanmış, onu kırıp içeri girmek, harîm-i namus ve şerefimizi çiğnemek istiyor.

Bu nâmerd taarruza karşı koymanın; kadın erkek, çoluk çocuk, genç ihtiyar, her fert için farz-ı ayn olduğu bilhassa hatırdan çıkarılmamalıdır. Bugün herkes elinden gelen gayreti sarf etmek ile mükelleftir.

Büyük Osmanlı saltanatının yükselmesi, yayılması için ( o zaman Osmanlı Hanedanı henüz dağıtılmamıştı ) “Karesi”nin, bu kahraman İslâm muhîtinin vaktiyle ne büyük fedakârlıklar gösterdiği herkesin mâlûmudur.

Rumeli’yi baştanbaşa feth edenler hep bu topraktan yetişmiş babayiğitlerdir. O kahraman ecdadın torunları olduğunuzu ispat etmelisiniz.

Anadolu’yu müdâfa hususunda diğer vilayetlere ön ayak olmak şerefini siz ortaya koydunuz. Gayretiniz teşekküre değerdir. İnşâ’llah bu şân ve şeref kıyamete kadar artar gider.

İnşâ’allah vatanımızın haysiyeti, istiklâli, saâdeti, refahı, umrânî dünyalar durdukça masûn ve mahfûz kalır.” ( korunmuş ve muhafaza edilmiş kalır. )

Fahri SAĞLIK

Karesi Müftüsü

( Mehmet Akif Ersoy, 23 Ocak 1920, Balıkesir Zağnos Paşa Cami )