Tutulan oruçlar, kılınan namazlar, verilen zekatlar, sadakalar, okunan veya dinlenen Kur’anlar, edilen dualar ve her türlü hayırlarla bir Ramazan’ı daha geride bıraktık. Şüphesiz ki, bu Ramazan bizde birtakım değişim ve dönüşümlere sebep olmuştur. Birtakım kazanımlarımız olmuştur.
Eğer olmadıysa dönüp namazlarımızda, oruçlarımızda nerelerde hata yaptık diye bakmamız gerekir.
“Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır…” (Bakara/185)
Ramazan; Kur’an-ı Kerimin indirilmeye başlandığı aydır.
Kadir gecesinin bin aydan daha hayırlı olmasının temel nedeni de Kur’an-ı Kerimdir.
Ramazan, yüzümüzü, fikrimizi ve gönlümüzü Kur’an’a çeviren bir aydır.
Kur’an’ın indirilmeye başlandığı ay olan Ramazan’da Kur’an’ı daha çok okumaya, dinlemeye, anlamaya hayatımıza uygulamaya çalıştık.
Ramazan bize dinimizin temel direği olan namaz ibadetimizi vaktinde eda etme şuuru kazandırdı.
Farz namazlarımıza birde nafile namazlar ilave ettik. Severek, isteyerek kıldık namazlarımızı. Teravihler ayrı bir heyecan ve ruh kattı gönüllerimize.
Bayramımıza namazla başladık. Namazlarımızı ihmal etmeyelim. Çünkü sevgili peygamberimiz;
“Kıyamet gününde kulun hesaba çekileceği ilk ameli onun namazıdır. Eğer namazı düzgün olursa, işi iyi gider ve kazançlı çıkar. Namazı düzgün olmazsa, kaybeder ve zararlı çıkar. Şayet farzlarından bir şey noksan çıkarsa, Azîz ve Celîl olan Rabb’i:
– Kulumun nafile namazları var mı, bakınız? der. Farzların eksiği nafilelerle tamamlanır. Sonra diğer amellerinden de bu şekilde hesaba çekilir.” Buyurmuştur.
Oruç bize aslında irademizin ne kadar sağlam olduğunu gösterdi.
Ramazan ve oruç bize kulluk şuurunu kazandırarak, o şuuru daima canlı tutmayı öğretti.
Ramazan ve oruç bize duanın önemini hatırlattı.
Dua sözlükte, “çağırmak, istemek, yardım talep etmek” anlamına gelir. Din literatüründe ise, insanın bütün benliğiyle Allah’a yönelerek maddi ve manevi isteklerini O’na arz etmesi demektir.
Dua, insanlık tarihi kadar eski bir olgudur. Dinlerin temel öğretilerinden biri, duanın gücünden olumlu anlamda yararlanmaktır. Gerçi her devirde bu güce inanmayan küçük sıra dışı topluluklar olmuştur. Bugün de dua deyince dudak büküp geçenler vardır.
Duanın temelinde yüce bir inanış ve Allah’a güven vardır.
Dua, kişiye Allah katında değer kazandıran en temel unsurlardan biridir.
Kur’an-ı Kerim’de duanın -ister darlık anında ister bolluk anında olsun- her zaman yapılması istenmektedir.
Duaları sadece kendimiz için yapmamalıyız.
İslam’da dua ibadettir, hatta ibadetlerin özüdür.
Duanın, biri kavli (sözlü ), diğeri fiili ( iş ve eylem ) olmak üzere iki temel unsuru vardır.
Sözlü dua, istekleri Allah’a dil ile arz etmektir.
Fiilî dua ise, insanın sözlü olarak Allah’tan istediği şeylerin gerçekleşmesi için gerekli zemini hazırlaması, Allah’ın koyduğu kanunlara uyularak elden gelen tüm gayretin sergilenmesi demektir. Örneğin sınavında başarılı olmak isteyen bir öğrencinin planlı bir şekilde çalışması fiili, başarıyı Allah’tan niyaz etmesi ise kavli bir duadır.
Sözlü dua ile fiili duayı birlikte yapmak gerekir.
Fiili dua eksikliği İslam dünyasında yaşanan sorunların temelinde yatan en önemli unsur olarak karşımızda durmaktadır. Dua, işi Allah’a havale etmek değil, işi yapmak için Allah’tan güç talep etmek, bu gücü son haddine kadar kullanarak çalışıp sonucu yüce Allah’tan beklemektir.
Bir insanın Allah’ı yardıma çağırabilmesi için ilk önce üzerine düşeni yapması gerekir.
İşlediği günahlarının affını isteyen bir kimsenin, “ey Rabbim! Beni affet, bağışla” diye yalvarması sözlü dua, günahları terk edip Allah’ın emrine yönelmesi, işlediği günahlara bir daha dönmemesi ve iyi işler yapması fiilî duadır.
Duanın usûl ve adabı
Duaya eûzü besmele, hamdele ve salvele ile başlanmalıdır.
Duadan önce tövbe ve istiğfar edilmelidir,
Eller semaya açılmalı ve dua sonunda yüze sürülmelidir.
Mübarek gün ve gecelerde çokça dua edilmelidir.
Dua ihlâs ile ve bilinçli olarak yapılmalıdır.
Kabul olacağına inanılarak dua edilmelidir.
Kısık bir sesle ve yalvararak dua edilmelidir.
Israrla dua edilmelidir.
Duanın sonunda “âmin” denilmeli, Hz. peygambere salât-ü selâm getirilmeli ve Fatiha suresi okunmalıdır.
Oruç, özellikle imsak ve iftar ile bize zaman bilinci kazandırdı. Vakitlerimizi tanzim etti.
Ağzımıza sahip olmayı öğrendiğimiz gibi, dilimize, gözlerimize ve kulaklarımıza da sahip olmayı öğrendik.
Oruç, insana sabırlı olmayı öğretti.
“Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.” (Bakara suresi – 153. ayet)
Oruç, nimetlerin kadir ve kıymetini bilmeyi ve bu nimetleri bizlere veren yüce Allah’a hamt etmeyi, şükretmeyi bizlere öğretti.
el-Hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn
Oruç, ahlakımızı güzelleştirdi.
Zekât ve fitrelerimizi ihtiyaç sahibi kardeşlerimize vererek infak şuurunu kazandırdı.
İftar ve sahur sevinçlerini yaşadık. Sahurla seher vaktinin kıymetini, iftarla kulluk şuurumuzun tadına vardık.
Ramazan ve oruç bizi dünyevileşme hastalığından kurtardı.
Dünya cazip, insanoğlu bu güzelliklere hayli meyyal. Bu nedenle belki de en büyük imtihanımız dünyevileşmedir. Ve hatta uhrevî hayatımız önünde de en büyük engel de dünyevileşmedir.
Allah Resulü (s.a.v.) ümmeti için bu mevzudaki endişesini şu hadisleriyle dile getirmektedir:
“Korktuğum şeylerden birisi de benden sonra size dünya nimet ve zinetlerinin açılması (sizin de onlara gönlünüzü kaptırmanızdır.)”
“Resulullah aleyhissalâtu vesselâm: “Her ümmet için bir fitne vardır, benim ümmetimin fitnesi de maldır.” (Kütübü Sitte, Hadis no: 395) buyurmuşlardır.
Peygamber Efendimiz,
“Âdemoğlu büyürken beraberinde şu iki şey de büyür: Mal sevgisi ve uzun ömür (dileği).” buyurarak hayatın her safhasında dünyaya yönelik birtakım arzu ve istekler bulunduğunu ifade eder.
Peygamber Efendimiz bu hususu şöyle ifade etmiştir: “İhtiyarın kalbi iki şeyi sevme hususunda gençtir; yaşama sevgisi ile mal sevgisi.”
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Âdemoğlunun iki vadi dolusu malı olsa üçüncü bir vadi daha arzu eder.
Âdemoğlunun karnını ancak toprak doldurur. Allah tevbe eden kimsenin tevbesini kabul eder.” (M2415 Müslim, Zekât, 116)
Dinimiz dünyevileşmeye karşıdır. Bunun yanında dünyayı hor-hakir görerek uhrevileşmeye de karşıdır. Birisi ifrat, öteki tefrittir. İslam ifrata da tefrite de karşıdır. İslâm itidal/denge dinidir. Rabbimiz bize aşırılıklardan uzak, mutedil bir Müslüman olarak yaşamayı nasip ve müyesser kılsın.
Bir ay boyu haramları terk ettiğimiz gibi, imsak ile iftar arası helallere de el sürmedik, yemedik, içmedik. Neden? Kul olduğumuzu idrak ettik, kulluk görevlerimizi yapmaya çalıştık.
YORUMLAR