Siyaset, halkın kaderini şekillendiren en önemli araçlardan biridir. Ancak bu aracın kullanımı, hedefin nasıl bir niyetle belirlendiğine göre ya milletin yararına ya da zararına sonuçlar doğurur. Bugün, zafere giden yolda her yolu mübah sayan bir anlayışın giderek yaygınlaştığını üzülerek izliyoruz. Üstelik bu anlayış, sadece siyaset yapanları değil, buna sürekli inanan bir kitleyi de etkisi altına almış durumda.
Muhalefetin “yalan” stratejisine dayalı söylemleri, aslında kısa vadede etkili olabilir. Çünkü toplumda umutsuzluk yaratmak ve belirsizliği beslemek, kitleleri manipüle etmenin en kolay yollarından biridir. Ancak toplumun gerçek ihtiyaçlarını göz ardı ederek sadece algı operasyonlarına dayalı bir siyaset yürütmek, ülkenin temel meselelerini çözmek yerine sorunları daha da derinleştirir. Toplumun kanayan yaralarına merhem olmak varken, kitleleri manipüle etmenin yalan ve algı operasyonları yapmanın kalıcı zaferler oluşturamayacağı bir gerçektir.
Günün sonunda, doğruluğu defalarca kanıtlanmamış iddialar üzerinden bir algı yaratılır. Gerçekler sonradan ortaya çıksa da, oluşturulan algı toplumun belleğinde iz bırakır. Bu noktada sorulması gereken soru şudur: Halkın desteğini kazanmak için hakikati eğip bükmek ahlaken ne kadar doğrudur? Toplumun yararını gözetmek yerine, sırf bir seçim kazanmak uğruna yürütülen bu politikalar, bir yandan halkın geleceğine zarar verirken diğer yandan toplumsal huzuru da yerle bir eder.
Yalan siyasetiyle beslenen bu kitle, ne yazık ki sorgulamadan kabullenme eğiliminde. Algılar, olguların önüne geçtikçe, toplumu derin bir kutuplaşma girdabına sürükleyen bir körlük hakim oluyor. Bir kez inandıkları anlatıya bağlı kalmak, karşı argümanları dinlemekten ya da tartışmaya açık olmaktan daha kolay bir seçenek. Oysa ki demokrasinin en temel ilkesi, sorgulayan ve düşünen bireylerin varlığıyla işler hale gelir. Çünkü toplumun hakiki yararına odaklanmak yerine gündemi yalanlarla şekillendirmek, ne halkın ihtiyaçlarını karşılayabilir ne de uzun vadede sürdürülebilir bir başarı sağlayabilir.
Şimdi bir an için durup düşünelim: Gerçeklere dayalı bir siyaset ile yalan üzerine kurulu bir siyaset arasındaki fark, sadece hedefe ulaşmakla mı sınırlıdır? Hayır. Gerçeklere yaslanan bir siyaset, halkın geleceğini güvenle inşa eder. Yalanlar üzerine kurulan bir siyaset ise belki kısa vadeli zaferler kazanır; fakat uzun vadede, sadece hayal kırıklığı ve güvensizlik doğurur. Çünkü halkın kalıcı desteği, ancak doğru politikalarla, adaletle ve halkın refahını artırmayı hedefleyen projelerle kazanılabilir.
Zaferin anlamı, sadece bir seçimi kazanmak mıdır? Yoksa toplumun refahını artırmak, adaleti tesis etmek ve kalıcı bir güven ortamı sağlamak mıdır? Yalan söyleyerek kazanılan zaferler, tıpkı boş bir çuval gibi en ufak bir rüzgarda dağılmaya mahkumdur. Çünkü hakikat her zaman er ya da geç gün yüzüne çıkar. Oysa toplumun sorunlarını çözmeye odaklanmak, halkın ihtiyaçlarına cevap verebilmek ve gelecek nesillere sağlam bir zemin bırakmak, siyasetin temel görevi olmalıdır.
Siyasetçiler kadar, halk olarak da bize düşen görevler var. İlk olarak, duyduğumuz her bilgiyi sorgulamak zorundayız. Gerçeklere ulaşmak için çaba sarf etmek, bir vatandaşlık görevidir. Bunun yanında, siyasetçilerin söylemlerini ahlaki ve etik değerler üzerinden değerlendirmek, sadece bugünümüzü değil, çocuklarımızın geleceğini de garanti altına alır.
Sonuç olarak, zafere giden yolda her yolu mübah sayan anlayış, sadece muhalefetin değil, hepimizin karşısında durması gereken bir tehlikedir. Çünkü hakikatin olmadığı yerde zaferin bir anlamı kalmaz. Toplumun iyiliğini ve refahını öncelemeden yapılan her algı operasyonu, sadece günü kurtarır. Ancak geleceği inşa edecek olan şey, hakikatin ışığında bir yol izlemektir. Yalanlarla örülü yolların sonu hiçbir zaman aydınlık değildir. Bizim yolumuz, hakikatin ışığında ilerlemek olmalıdır. Unutmayalım ki kalıcı zaferler, sadece doğrularla kazanılır.
YORUMLAR