Bazı meselelerin toplum tarafından sindirilmesi hiç de kolay olmuyor. Örneğin, PKK lideri terörist başı Abdullah Öcalan hakkında “umut hakkı” konuşulması, toplum için oldukça zor kabul edilebilir bir konu. Böylesi hassas durumlarda mantık devre dışı kalıyor ve duygular benliğimizi esir alıyor.
Son dönemde Cumhur İttifakı’nın terörün sıfırlanması noktasında yeni bir strateji geliştirdiğine, hatta bazı oyunları bozmak için önemli hamlelerde bulunduğuna tanıklık ediyoruz. Ancak herkesin meselelere aynı açıdan bakmadığı da bir gerçek. Bu durum, demokrasinin doğal bir sonucu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 1 Ekim’de yasama yılı açılışında yaptığı konuşmada İsrail’in Gazze’den sonra savaşı Lübnan’a taşıdığına, Türkiye’nin iki buçuk saatlik mesafede olduğuna ve asıl hedefin Türkiye olduğuna dikkat çekmişti. Bölgedeki savaş tehlikesine karşı Türkiye ekseni etrafında toplanma, iç cepheyi tahkim etme çağrısı yapmıştı.
Bu konuşmanın hemen ardından MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, tüm tepkileri göze alarak DEM Parti sıralarına giderek DEM’lilerle el sıkıştı ve onlara Türkiye Partisi olmaları yönünde bir mesaj verdi.
Meclis’in Yasama yılı açılışında Devlet Bahçeli’nin onlarla el sıkışması önemli bir mesajdı. Hatta seçimlerde Kent Uzlaşısı adı altında örtülü şekilde DEM Parti ile ittifak yapan ana muhalefete de şok etkisi yarattı. Bahçeli’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Cumhur İttifakı’ndan bağımsız hareket ettiğini düşünmek mümkün değilken, bu ilk selamlaşma adımı oldukça dikkat çekiciydi.
15 Ekim’de Bahçeli bir kez daha şaşırtarak partisinin grup toplantısında 25 yıldır İmralı’da bulunan PKK lideri terörist başı Abdullah Öcalan’a seslendi. “Terör bitti” diyerek örgütün tasfiye edileceğini ilan etmesini istedi.
22 Ekim’de ise Bahçeli, bir adım daha atarak “Şayet terörist başının tecriti kaldırılırsa, TBMM’ye gelsin, terörün tamamen bittiğini ve örgütün lav edildiğini haykırsın” dedi. Bu konuşma, tecrit kavramını ilk kez kullanarak terörün tamamen bitirilmesi ve terörsüz bir siyaset inşa edilmesi için sorumluluk almayı hedefleyen güçlü ve tehlikeli bir söylemdi. Bahçeli, bu ağır terör sorununu ülke gündeminden çıkarmak adına “sadece elini değil gövdesini taşın altına koymaya” hazır olduğunu ifade ediyordu.
Devlet Bahçeli, devlet aklına hâkim, ülkenin yüksek menfaatlerini ön planda tutan bir lider olarak, siyasi kurnazlıklar peşinde koşmadan sorumluluk alarak riskli bir yola girdi. Böylesine büyük bir riski, ölümüne veya partisinin gözden düşmesine varacak kadar büyük bir riski kaç lider alabilir? Bahçeli, “Önce devletim, sonra partim” anlayışıyla hareket eden ve aynı zamanda Türk Milliyetçiliğinin simgesi bir partinin lideri. Onun kişisel menfaatleri veya keyfi sebeplerle böylesine tarihi bir adım attığını düşünmek, meseleyi anlamaktan uzak bir bakış açısını gösterir.
Bahçeli’nin ardından kürsüye çıkan Cumhurbaşkanı Erdoğan da “Cumhur İttifakı, tarihi bir pencere açtı. Açılan bu pencere kişisel hesaplara kurban edilmemeli; hep beraber terörün olmadığı bir Türkiye’yi inşa edelim” diyerek önemli bir çağrıda bulundu. Erdoğan ve Bahçeli, oy kaybetme ihtimallerine ve alacakları tepkilere rağmen bu riski neden aldı?
3 Ekim’de Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bahçeli’yi evinde ziyaret etmişti. Bu ziyaretin alelade bir görüşme olmadığı aşikârdı. Ardından tarihi öneme sahip bir MGK toplantısı yapıldı. Bu toplantı, bölgesel savaş tehlikesi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Meclis açılış konuşmasında vurguladığı Suriye’deki PKK yapılanmasına karşı alınacak önlemler açısından önemliydi.
Türkiye, uzun yıllardır Türk-Kürt çatışması yaratmak isteyen PKK ve onun arkasındaki güçlerle zorlu bir mücadele içinde. Ülkemizi bölmeyi amaçlayan şer odakları, bugün ise “vaat edilmiş topraklar” hezeyanıyla gözlerini yeniden Türkiye’ye dikmiş durumda. Bu niyetin gerçekliği su götürmez; sınırlarımızda yürütülen kirli oyunlar da bunun en açık göstergesi.
Tam da bu nedenle, iç cephede güçlü olmanın, birlik ve beraberliğin ne kadar hayati olduğunu kavramalıyız. Düşmana karşı dik durabilmenin, ülke olarak sağlam kalabilmenin yolu, ayrılıkları bir yana koyarak milli birliği güçlendirmekten geçiyor. Terörden arınmış, iç cephesi sağlam bir Türkiye, bu coğrafyada ayakta kalabilmemizin en büyük güvencesi olacaktır.
Bizlere düşen görev çok net: devletimize güvenmek, devlet aklını her şeyin üzerinde tutmak ve farklılıklarımızı bir kenara koyarak düşmana karşı aynı safta, birlikten doğan güçle içeriden ve dışarıdan gelen saldırılara karşı tek yürek olarak direnmektir.
Bugün, Türkiye Cumhuriyeti olarak üzerimizdeki her türlü kanlı yükü atmak ve geleceğe umutla yürümek zorundayız. Türkiye’nin geleceğe güvenle bakabilmesi, terörü bu ülkenin gündeminden tamamen çıkarabilmesi için bugün taşın altına gövdesini koyması gereken sadece Devlet Bahçeli değildir.
Bu kritik günlerde, milli birliğimizi ve bağımsızlığımızı koruyacak tek yol, ülke çıkarlarını her şeyin üstünde tutan bir dayanışma içinde olmaktır. Cumhuriyet’in bize emanet ettiği değerler, yalnızca geçmişin değil, yarınlarımızın da güvencesidir. Bugün üzerimize düşeni yapma vaktidir; yarının aydınlık ve güvenli Türkiye’sini hep birlikte kurma vaktidir.
YORUMLAR